12 Mayıs, 2011

İNTERNETİN için YÜRÜME Vakti

Bildiğiniz gibi 22 Ağustos'tan itibaren internette filtreleme yöntemine geçilecek ve "standart filtre"de dahi, hangi sitelerin neden filtrelenmiş olduğunu dahi göremeden bazı(!) sitelere erişiminiz mümkün olmayacak. "İnternetin Ölümü" olarak nitelendirilen bu düzenlemelere ilişkin yeterince bilgi basın, yayın ve dijital ortamlarda yeterince tartışıldı, tartışılmakta. Çoğunuzun buna tepki gösterdiğini biliyorum, ancak yalnızca internet ortamında bu tepkiyi göstermenin yeterli olmadığını da biliyorum. Tepki göstermek için internete her zaman ihtiyacımız var, ancak bununla yetinmemek gerekli. İNTERNETİNE SAHİP ÇIKAN KAÇ KİŞİYİZ, bunu ilgili yerlere göstermek için, YÜRÜ! Hak ve özgürlüklerinin yalnızca başkaları tarafından savunulmasına izin verme, YÜRÜ! Sessiz kalma, tepkini göster, YÜRÜ!



20 Ocak, 2010

Kar Altında Zıplayan Biri Görürseniz Selam Veriniz. :)


İstanbul'un güzelim beyaz elbisesini giyip üstüne pudra şekerinin serpilmeye devam ettiği şu günlerde, twitter’da şöyle bir gönderiye rastladım: “Restoranda yan masadaki adam kar yağışını izlediğini yedi sülalesine tel.le bildirdi. Bi de foto çekti. Hiç mi kar görmedin p.zv..nk?” Çok içime battı, ardından dayanamayıp kendisine cevap verdim: “Oyle demeyin, belki Mersinli falandır! :)”

Siz bilmezsiniz, anlamazsınız tabii, sevgili kar memleketinde yaşayanlar/yaşamış olanlar. :) Çocukluklarını televizyonda gördüğü “kar”ın nasıl bir şey olduğunu hayal ederek geçirmiş, kar olmadığı gibi “kar tatili”nin de olmamasına çok üzülmüş ve hatta izledikleri yabancı filmlerin etkisiyle, Noel Baba’nın kendilerine uğramamasının tek nedenini de “kar”sız bir memlekette yaşıyor olmalarına bağlamışlar için kar, kaç yaşlarına gelirlerse gelsinler çok büyük bir mutluluk kaynağıdır. Değişik, harika bir duygudur onlar için kar altında yürümek, kar yağışını izlemek, ona dokunmak, soğuk yumuşaklığını hissetmek…

Bir Tarsus’lu olarak, çocukluğumuzdan beri yılda bir defa bir iki aile toplanır, “kar görmeye” Pozantı(Toroslar’ın eteklerindeki Adana ilçesi)’ya çıkardık. Yolun kenarında küçük kümeler halinde birikmiş azıcık karla çığlık çığlığa oynar, en büyüğü bir litrelik şişe boyutlarında kardan adamlar yapardık. Ancak “kar"a gidileceği gün her birimiz üst üste giyilen kıyafetlerden dolayı lahana bebeklere döner, çok zorlu şartlarda(!) hareket etmeye çalışırdık! Kar var ya azıcık, kesin soğuk bizi de dondurur düşüncesiyle. Eee, alışmışız kışın 15 derecenin üstünde günler geçirmeye, havanın sıfır dereceye inmiş olma düşüncesi ödümüzü patlatmaya yeterdi de artardı bile..

2005 yılında, ABD hazırlıkları yaparken TOEFL’a girmem gerekmişti. O zamanlar TOEFL’a yalnızca Ankara ve İstanbul’da belirli bir iki yerde girilebildiğinden, iki ay öncesinden Aralık ya da Ocak ayında bir güne kaydımı yaptırtmıştım. Gün gelip çatıp, sınava bir hafta kaldığında, televizyonlar bangır bangır “Sibirya soğuğu geliyor, aman dikkat, evlerden çıkmayın” şeklinde anonslar yapmaya başladı. Medyayı bilirsiniz zaten, bir şeye takmayıversinler...(bakınız son örnek: domuz gribi! Noldu, bir anda virüs yok olup gitti di mi?!) Bizimkiler başladı “gitme, girme sınava, bak sibirya soğuğu diyorlar, bak İstanbul bile içerde geçirecek vs..” demeye. E olmaz tabii, o gün girmezsem bir iki ay daha beklemek zorundayım ki okullara başvuru yapmaya başlamışım, zamanım kısıtlı. Bir yandan korkuyorum ama diğer yandan içimde kuşlar cıvıldıyor, karda birkaç gün geçireceğim diye. :) Velhasıl, yolculuk günü, kazaklar üstüne kazaklar, çoraplar üstüne çoraplar, eldivenler, atkılar, bereler, montlar, tam takım giyinip geldim İstanbul’a. Can dostum, kardeşim Meral, beni Nişantaşı’ndaki TOEFL merkezine götürürken İstanbul hiç şu anki İstanbul gibi değildi.. Taksim’de dahi bırakın trafiği-araç yoktu, tek tük yoldan geçen insanlarda ise bir kaçışma, kendilerini kapalı bir yere atma derdi... Ben mi? Sokaklarda hoplaya hoplaya, bilerek yol kenarlarındaki karların üstünden yürüyüp kahkahalarla gülen, şemsiyesiz, arada havaya bakıp “ne güzel yaaaaa” diye bağıran, yağan karlar yüzüne değsin diye arada kafasını yukarı kaldıran, arada ağzını açıp karı tatmaya çalışan bir deli! Etraftaki insanların şaşkın bakışlarına aldırmayan, kar altında eğlenmeye devam eden bir çılgın.. :) Sınav boyunca “çıksam da karda gezsem” diye sınavda ne yaptım bilmiyorum inanın.. Nişantaşı’ndan çıkıp Taksim’de Bostancı sarı dolmuşlarına bindiğimizde, insanlar beni arayıp da “Ahu, TVde İstanbul’u çok kötü gösteriyooo, nasılsın ne durumdasııın?” diye sorduklarında ben neşeli bir ses tonuyla: “Hayır, herşey mükemmel, kar süper yağıyor, çok güzel, çok zevkli karın altında yürümek” diye cevap verdiğimde sarı dolmuştaki diğer insanların bana dönüp ters ters bakmaları hala gözümün önünde. :) Yine ilk kocaman kardan adamı da o gece yapma şerefine erişmiştim..

St. Louis’te bir koca yıl yaşayıp da, Kasım’dan Nisan’a kar altında kalınca (her ne kadar ilk yağdığı gün Türkiye’deki birkaç kişiye “kar yağıyooo, heyooo!” diye mesaj atmış olsam da) sıkılır gibi olmuştum kardan. Ama bu yıl da kar yağmaya başlar başlamaz şemsiyesiz çıkıp güle oynaya yolda yürüyüp, “kar yağıyooor, çok mutluyummmm” diye insanları aradığımda, bu kar olayının hayatımda hiç bıkılmayacak bir özlem olduğunu anlamış bulunuyorum. :) Seviyorum uleyyn! :)

Öyle yani, sayın tvit sahibi, lütfen kar yağdığında sonuna kadar bunun keyfini çıkaranlara şaşırmayınız. Küfür hiç etmeyiniz. :) Öyle ya, atalarımız bile ne demiş: “Tok açın halinden anlamaz!”

Not: Özellikle kar yağdığında gidecek kapalı yeri olmayan insanlara, sokak çocuklarına ve hatta sokaktaki hayvanlara ben de çok üzülüyorum. Ama onlara yağmurda da çok üzülüyorum, karsız ayaz soğukta da. Elimden geldiğince bir şey yapmaya çalıştığımdan, bu yazımda bu tamamiyle konu dışıdır…

Sevgilerimle efendim.. Karın tadını çıkarmaya devam ediniz ;)

07 Ekim, 2009

"Çukurova'dan Geldim Amerika'ya" GÜNLÜKLERİ


Merhaba,

Aslında uzun zamandır yazamadığım için tembellik yapmış olduğum hissine kapılabilirsiniz. Ama bu aralar gerçekten çok yoğunum, malum İsviçre yolculuğu öncesi işleri ayarlamaya çalışıyoruz. Bununla birlikte 2006-2007 Eğitim-Öğretim yılı için gittiğim Amerika'da başıma gelenleri kendi blogumda da yayınlamak istemem en doğal hakkım olmalı, değil mi? :) Bu günlükleri 2007 yılında, o zamanlar beş yıldan beri yöneticisi de olduğum Türk Hukuk Sitesi'nde yazmıştım. Şimdi buraya transfer edip huzurlarınıza sunmaktan mutluluk duyarım efendim! :) Hadi başlayın bakalım (Bayağı uzun yalnız, benden uyarması):

"Cukurova'dan Geldim Amerika'ya" Gunlukleri :) 04-02-2007, 02:37
Merhabalar,

25 yasina kadar Toroslarin bagrindan kopup da, 15 gunden fazla maki harici baska bir bitki ortusunde yasamamis olan ben, bir anda dustum Amerika'ya. Ne oldugunu ben bile anlamadim, ama bir de baktim burdayim.

Gerek bir Turk olarak, gerekse bir kucuk sehir kizi olarak o kadar cok sey yasiyorum ki, anlatsam 'dizi' olur(zira kitap aliskanligi kalmadi pek kimsede- anlatsam kitap olsa kim acip okuyacak, ama iddialiyim, piraym taym'dan giris yapip izlenme rekorlari kirarim).

Ileride hatirlamak icin gunluk tutayim diyorum ama THS'den ayrilip da gunluk tutmaya da elim gitmiyor, en iyisi burda yavas yavas yazmaya baslamak. Boylece hem THS'den ayrilmamis olurum, hem okumak isteyenler varsa onlarla da paylasmis olurum, hem de tarihe notlar dusmus olurum.

E, kimse okumazsa ben (ilerde) okurum ve hatirlarim, degil mi?

Buyrun basliyoruz efendiimmm:

Bugun ile baslayalim 04-02-2007, 03:09
Henuz ABD'nin hukuk egitimi sistemine alisamadim. Her defasinda farkli bir seyle karsilastigimdan, artik hicbir seye sasirmama sozu verdim kendime.

Mesela bu donem 'negotiation(muzakere)' dersi aliyorum. Aslinda almayacaktim ama bir kredi eksigim vardi, bir kredilik olan bu dersin de 'tum donem boyunca sadece bir haftasonu' islendigini duydum (her hafta bir saatten toplaminda 14 saat islenecek dersi, bir haftasonu 14 saat isleyecek sekilde duzenlemisler) ve bu nedenle bu dersi sectim. Cok da iyi yapmisim.

Donem baslangicinda dersin olacagi haftasonuna kadar okuyup hazirlanmamiz gereken kaynaklar belirtildi ve ders gunu bu kaynaklardan ogrendiklerimizi uygulayacagimiz soylendi. "Nasil yani?" dedim icimden ama sesimi cikartmadan verilenleri okudum. Dersin yapilacagi haftasonu 3-4 Subat 2007 olarak belirlenmisti. Dersin not sistemi sadece 'Gecme/Kalma' usuluyle saptandigindan bu haftasonu derse gelmeyenler direkt bu dersten kaldilar.

Ders, Cumartesi sabah 8.00'da basladi ve aksam saat 17.00'a kadar araliksiz devam etti!!! Cumartesi sabah o saatte derse gitmek gercekten olumden de beterdi ama sinifa girdigimiz anda zevkli bir gun gecirecegimizi anlamistim.

Dersin profesoru tahtaya dersin islenis planini yaziyor, ve tek tuk gelip yerlesmis ogrenciler de sanki hep beraber gelmisler gibi ayni tur bardakta kahve icip, icine peynir surulmus acmalardan yiyorlardi. Sonradan farkettim ki profesor tum sinifa yetecek kadar kahvalti malzemeleri getirip koymus, ogrencilerin 'ac ac ve ozellikle UYKULU' derse baslamamalarini saglamaya calismisti!
Altinda bir bit yenigi aradim once (ders sIkIcI olacak herhalde seklinde ) ama yok, hoca gercekten goreviymis gibi kahvaltimizi hazirlamisti! Adamcagiz onunla da yetinmemis, oglen icin pizza siparisi de vermisti(gerci ogle yemegini yerken bile ders islememize mal oldu ama olsun).

Yerime oturduktan sonra da farkettim ki, sevgili ogretmenimizin ogrenciye hizmetleri bununla da bitmemisti. Hepimizin ilk isim ve soyadinin oldugu kartonlar da hazirlamisti. Eh, ben de 'ya bir de sirama kadar getirirse' diye korkumdan, aceleyle gittim "Hatice Guneyli" yazan kendi isim kartimi aldim. (Burda ilk ismi kullaniyorlar, ikinci ismi kullanmak onlara garip geliyor-cunku kendilerinin ikinci isimleri genellikle annelerinin soyadlari.)

Ders basladiktan sonra once hepimizin ismini dogru telefuz etme amaciyla isimlerimizi okumaya basladi. Sira bana geldiginde:

"Hatiss Ginol..imm...Giynoo.... ilk ismini okudum da soyadini okuyamiyorum" diyerek bombayi patlatti. 'Ahu deyin" dedim, "en kolayi". Ve neyse ki o saaatten sonra Ahu olarak seslenmeye basladi.

Ve derse basladik........

Sen kimle pazarliga oturdugunu saniyorsun bre Amerikali! 04-02-2007, 03:44
Derse kisa bir giristen sonra vakit kaybetmeden ilk muzakere ile basladik. Herkes 2'serli eslestirilmisti. Ilk muzakere oldugu icin konu cok basitti: Yatak somyalari satan bir firma ile, magazasinda bu somyalardan satmak icin bu firmaya gelen bir alicinin pazarligi.

Eslestirildigim kisi sansima Amerikali cikti(oysa Cinli ve Hintli secenekleri de vardi ). Ilk basta partnerimi gorunce 'eyvah Ahu ayvayi yedin, karsindakinin anadilinde pazarlik yapacaksin, hadi kolay gele' dedim icimden ve telaslandim. Oysa genetik mirasimi unutmusum!!! Degil konustugun ikinci dilde, konusacak hic ortak bir dilin olmasa bile pazarlik yapabilecek hucrelerin damarlarimda gezdigini hic hesaba katmadan panik yapmisim!

Satici gorevindeydim. Daha once baskasi icin yapmis, ancak yaptigim hatadan dolayi elimde kalmis normalden buyuk somyalari aliciya kakalamaya calisacaktim. (Bu arada her ikimize de farkli bilgiler iceren -yani herkesin kendi zayif noktasini anlatan kagitlar verilmis ve bir anlasma saglayip, en yararimiza sekilde bir sozlesme yapmamiz istenmisti) Yarim saatimiz vardi. Cikip, gorusup, anlasip gelip imzaladigimiz sozlesmeyi hocaya verecektik.

Neyse sevgili partnerimle birlikte bir yere gidip once kendi bilgilerimizi okuduk. Sonra hadi baslayalim dedik. Ben iki arkadas gibi oturup bir sozlesme yapacagimizi sanmistim ama cocuk basladi "merhaba, ben bilmemne magazalari temsilcisi falan filan" demeye. Etrafta ikimizden baska kimse yoktu, ne kadar ciddiye almisti oyle! Icimden eh, iyi sen bilirsin deyip ben de basladim onun dilinden konusmaya "merhaba, hosgeldiniz. oncelikle size kalite ve ucuzlugun bulustugu... vs". Icten ice guluyordum, biri gorse ne der bize, su halimize bak, harbi tiyatro oynuyoruz ama seyircimiz yok diye dusunerek..

Neyse, saate bir baktik ki, 30 dakika dolmus, 10 dakika da gec kalmistik. Kosa kosa sinifa gittik. Ikimiz de birbirimizin zayif noktalarini pek bilmiyorduk ve her ikimiz de anlasmadan tatmin olmus bir sekilde siritiyorduk. Hatta cocuk 'bakalim digerleri ne yapti, cok merak ediyorum' diyerek sinifa girdi.

Hoca tek tek tum takimlarin anlastigi fiyatlari tahtaya yazmisti.

En dusuk fiyata satan tanesini $26.50'a satmisti(ki alicinin basarisi). En yuksek fiyata satan ise tanesini $70'a satmisti. Cogunluk $40-$60 arasi fiyatta anlasmisti. Takimlardan rastgele biri secilmis, sonradan sinifta muzakerenin analizi yapilmasi icin bu takimin muzakere sureci kameraya cekilmisti. Hocanin ve kameranin onunde muzakeresi sergilenen takim dahi $56'a anlasmisti.

'$70' yazisini goren herkes hayretler icinde o takimin 'satici'sini aradi. Hoca, ismini cagirip nasil becerdigini, bu fiyata ulasmak icin ne yaptigini anlatmasini istedi. Satici keyifli , sinifa girmeden once cok iyi anlasma yaptigini dusunen alici ise saskindi

Bilin bakalim satici kimdi ve hangi ulkedendi?
:D :D :D

Votaa? Wotir? Woutea? 05-02-2007, 01:21
Burda insanlarin pratik zekasi pek fazla yok-kesinlikle eminim. Bazen yaptigimiz cok basit seyler bile bunlara garip geliyor.

Gecende evi elektrik supurgesiyle supuruyordum, yanlislikla uzun ince bir ipi icine cektirdim. Ip dogal olarak dolandi supurgenin ic fircasina. Ben once ciglik attim, hemen makineyi kapattim. Amerikali ev arkadasim geldi 'ne oldu?' diyerek; durumu anlattim. Cekmeye calistim, cikmadi. Akilli arkadasim dedi ki 'tamirciye goturmemiz lazim bunu biz cikartamayiz'! 'Makasla kesilir ne olacak ki' diyerek ise giristim, 3 dakika gecmeden supurge eskisi gibiydi. Hayret etti! Cok zekiceymis!!!

Bu tip seyler cok oluyor ama benim en cok anlamadigim, her kelimeyi harfi harfine duzgun soylememizi beklemeleri. Tahmin edeyim, sunu demeye calisiyordur herhalde, yok! Oysa biz olsak hani yabancidir, sunu demek istiyordur der, tahmin yuruturuz.

Bu konuda en buyuk problemi 'water' kelimesinde yasadim. Bizim Turkiye'de ogrendigimiz 'water' telaffuzu bunlara cok farkli geliyor. Hani ben defalarca yasadim, ama baska bir Turk arkadasim da ayni seyi yasayinca bu kelimenin bizim icin kabus bir kelime oldugunu anladim. Ilk geldigim gunlerde su ile ilgili cumle kuracagimda resmen strese giriyordum yahu.

Bakin ozellikle ilk aylarda su yuzunden yasadiklarim:

Ben: "May I have vatir please? (Su alabilir miyim lutfen?)
X: What?
Ben:Votir, votir- you drink it..(el isaretleri yardima kosar)
X: Oh, wodeaa!
Ben: Heh iste wodeaaa!

....

Ben: Can tap wodea be drunk here? (Cesme suyu icilir mi burda?)
Y: what?
Ben: "Tap wotea , wotir coming from tap-T,A,P
Y: Himm, wataee, yeah you can drink it!!
Ben: Thanks!!!..


Yok, ilk baslarda ne yaptiysam olmadi. Her defasinda bir onceki maceramdan ogrendigim telaffuz bicimini denedim, yine olmadi. Neyse simdi biraz daha iyiyim bu konuda.

Bakin, yine ayni burs araciligiyla gelen iki Turk arkadasimin bize maille ilettigi bir ani:


yer: Boston, MA
Karakterler: G. , Xuin WAyiun( japon restoraninda siparis alan kadin)
Konu: Su savasi

-G: Hi. I also want to buy water.
(Xuin anlamaz.)
-Xuin:Watua?
(G. israrli bi sekilde...)
-G: no no. Water! Water!!
(Xuin hala anlamaz..)
-Xuin: WAWA wuatuear?
-G: (iyice dellenerekten. ..WATERRR! !)
(ve Xuin yine...)
-Xuin: Watuur?)
(artik G. olaya noktayi koyar..)
-G: SU! SU!! be allah allah!! SUU (eliyle agzini gostererekten: ))
(xuin anlar!)
-Xuin: SU!?!SU!?
-G:noo water...

....derken kadin anlar G'nin su istedigini ama yaninda oturan D.(yani ben) olayin dibinde gulmekten krizlere girer...saatlerce guler..guler. .guler..


Neyse, water diye diye susadim gidip bir su iceyim bari.. Sonra devam ederim...


Yu nov vatc'am seeyinnn? 06-02-2007, 05:08

Dil konusundan baslamisken yine dilden devam edeyim.

Buraya geleli 7 ay oldu ama ben hala 'zenci aksanini' dogru durust anlamiyorum!!! Yillarca bir kenara itilmis, hor gorulmus zenci kesim, gercekten Amerikan toplumunun ne yazik ki en alt tabakasini olusturuyor, akliniza gelecek en kotu seyler hep onlarda. Cogunun ekonomik durumu ortalamanin altinda ve bununla orantili olarak egitimsizler(mesela hukuk fakultesinde toplasan 15 kisi yoktur-Cinli ogrenci nufusu bundan cok daha fazla). Inanin televizyonda gordugumuz esitlik, yuksek mevkilerde bir zenci-bir beyaz gibi goruntuler sadece birer dilek, gosteris. Beyaz Amerikalilar cok cok zenginken(genellikle inanilmaz super villalarda oturup, en az 3-4 jeepleri var ve calismasalar da kendilerine en az on yil yetecek birikimlere sahipler), siyah Amerikalilar genellikle en alt seviye islerde calisip, zar zor geciniyorlar. Metro dahil toplu tasima araclarina binseniz, sizin gibi uluslararasi ogrenciler haric 'beyaz' goremezsiniz. Acikcasi bu gibi durumlarin sonucu olarak tehlikeliler de- suclar hep onlar tarafindan isleniyor, metro-otobus duraklarinda uyusturucu almak icin para istiyorlar vs.

Yillarca ayrik tutulmanin etkisi olarak, onlar da beazlardan nefret ediyor. Kendilerine ozgu, ingilizceden sapma bir dil gelistirmisler ve bu dilin resmiyet kazanmasini da istiyorlar! Egitimli ve ust seviyede olanlari normal ingilizce konusuyor ama kendi aralarinda konusurken yine bu dile gecis yapiyorlar.

Zamaninda Bill Cosby, 'Artik ayrimcilik yok, okuyun, kendinizi gelistirin, iyi yerlere gelelim hepimiz. Dilimizi de duzeltip normal Ingilizce konusalim' gibilerinden bir aciklama yapmis ve inanilmaz tepki toplamis.

Neyse, bu kadar genel bilgi verdikten sonra simdi maceralara gecelim :

Geldigimin ilk ayi. Alisverise gitmisim, kendi halimde tek basima alisveris yapiyorum. Zenci bir adam yaklasti ve bir sey dedi. 'Efendim?' dedim, soyledigini tekrarladi. 'No English, no English' diye cevap verdim.

Geleli 3 ay falan olmus. Telefon alacagim, hangi sirket daha iyi, hangisini alsam falan diye arastiriyorum. Ev arkadasimla ortalikta bakiniyoruz, ama soru da sormam gerek. Bir baktik satici zenci kocaman bir adam. Ev arkadasima 'ben simdi anlamayabilirim, bana destek olur musun' dedikten sonra adamin yanina gittik.

Ilk sorumu sordum, adam yanit verdi ama tek tuk kelime yakalayabildim! Adamdan korkuyorum, devasa birsey ve sert sert de anlatiyor. Ev arkadasima dondum, yalvaran gozlerle baktim. Bana ozetle anlatti ama o sirada adamin kizmis oldugunu farkettik. Ev arkadasim hemen 'yeni geldi de ingilizcesi cok iyi degil' diyerek durumu kurtardi. Ben de adami ikna etmek icin kendi ingilizcemi yaratarak soyle dedim: "I doesn't understanding, she understand me. Because I asking she." Adam yumusadi biraz ama ev arkadasimla goz goze geldigimiz anda gulme krizine girecegimizi anladim-o gulmeye baslamisti ve ben korkumdan dikkati kendi ustume cekmeye calisiyordum!

Iki hafta once bir fast-food restorantina gitmis, tek basima yemek yiyordum. Evime yakin bir yer ama zencilerin buyuk cogunlukla yerlestigi sinirin icinde-metroya da cok yakin. Neyse ben yemegimi yerken bir zenci amca geldi. Once kasaya gitti, ordakilerle birseyler konustu(calisanlar da zenci) ve sonra ordan uzaklasti-ben dikkat etmedim konusmalarina(ki etsem de anlamayacaktim pek ). Neyse ben aceleyle yiyorum ki, bir an once gideyim, adam yanima geldi, bir sey sordu(veya istedi). 'Sorry?' dedim, istegini tekrarladi. Ustu basi kirli serseri gorunumunde orta yaslarda bir adam, etrafta kimse yok ve ben ne dedigini anlamiyorum! Turkiye'de Burger King'te falan oturuken bazen gelip menu almamizi ya da patatesimizi falan isteyenler olurdu, benim de aklima o geldi. 'Bunu mu istiyorsun' diyerek cipsi uzattim, "no maaan, I don't want your food!(Hayir, yemegini istemiyorum!)" dedi. Cok sukur onu anladim ama onun ardindan gelen cumleyi yine anlamadim. Baktim olacak gibi degil, yine ayni taktigi kullandim "I just coming. Still doesn't understanding well. I am international. Sorry!" (Yeni geldim, hala iyi anlamiyorum, uluslararasiyim. ozur dilerim!-ama cok cok bozuk bir dilbilgisiyle!) Adam, ok dedi gitti cok sukur.

Son macerami da gecen hafta yasadim. Okuldan donuyorum, servise bindim. Sofor zenci bir bayan. En onde yine bir baska zenci bayan oturuyor ve bagira cagira sohbet ediyorlar(Anlamadigim icin once sohbet ediyorlar sandim). Sonra sesleri daha da yukseldi ve kulagima gelen sozler sunlar oldu:

-Bla bla vidi vidi, yu nov vatc'am seeyinn?(you know what I'm saying) bla bila, my son, bla bla, yu nov vatc'am seeyinn? vidi vidi.....
-No, bla bla, yu nov vatc'am seeyinn? vidi vidi falan filan, haysk uul(high school) yu nov vatc'am seeyinn? bla bla, falan filan...
-But you bla bla, vidi vidi yu nov vatc'am seeyinn?



Bir kendime geldim ki ben siritarak bir ona, bir buna bakiyor, anlamaya calisiyorum. Iyi ki de beni farkedemeyecek kadar sinirlilerdi, yoksa halim ne olurdu bilmem. Ama o gunden sonra ruyalarimda bile durup durup 'yu nov vatcam seyiin' deyip durdum. Her iki laflarindan biri o olunca beynime tekerleme gibi kazindi, ne yapayim.

Yu nov vatcam seeyinnn? :p


07-02-2007, 02:37
Burda soguk iceceklerin genel ismine 'soda' diyorlar. Bizim bildigimiz soda, mineral water(eyvah yine water) olarak geciyor. Ayrica cogu yerde sadece ilk alirken para veriyorsun, sonra istedigin kadar doldur, ic, dok, karistir, etrafa sac, kimse umursamiyor. Tam bizlik yani.

Ilk geldigimde bu genel ismin 'soda' oldugunu bilmiyordum. Ilk basta oryantasyon programi icin bir ayligina Kaliforniya'ya gitmistim ve o programda benimle birlikte bir Turk daha vardi. Sagolsun bana cok yardimci oldu, yabanci gelen herseyi baskasina rezil olmadan sadece ona rezil olma riskiyle ogrendim.

Ilk bulustugumuzda, yemek yemeye gittik bir yere. Neyse siparisi verdi, sonra 'bir de 2 SODA' dedi. Ben tabii bilmiyorum bu soda bizim bildigimiz soda degil. Dondum 'ya bana keske soda yerine kola soyleseydin' dedim. Guldu, durumu anlatti-neyse ki o da ilk geldiginde ayni seyleri yasamis oldugundan cok fazla dalga gecmedi. :)

Yahoo Guneyli :p 08-02-2007, 19:21
Zencileri hala anlamakta zorluk cektigimi soylemistim, ama belirtmem gerekir ki, eskiye nazaran cok daha iyi anliyor, hatta bazen taklitlerini bile yapabiliyorum. Kendi aralarinda konusmalarini anlamak hala benim icin cok zor ama benimle direkt konusurlarken devamli tekrarlatmamdan olsa gerek daha yavas konusuyorlar.

Okulun kampus ici servisinin soforleriyle cok iyi anlasiyoruz. Yolculuk boyunca sohbet ediyoruz, hatta bazen sakalasip guluyoruz falan.

Birinde bunlardan biriyle isim muhabbetine girdik. Ismimi sordu, Ahu deyince 'oh, like yahoo(oh, yahoo'nun soylenisi gibi)' dedi, gulduk falan. O gun dogru soyledi ama devamli unutup duruyordu ve aklinda tutamadigini soyluyordu. Neyse aradan uzun bir zaman gecti, onunla tekrar karsilasmadik-taa ki az onceye kadar...

Servise bindim, once nerelerdesin, nasilsin muhabbeti, daha sonra bana durdu dedi ki: 'senin adin 'huuu'lu birseydi, dur hatirlayacagim!' Ben gulumsedim, 'peki bekliyorum' dedim. Adam biraz ugrastiktan sonra gercekten de hatirladi(!): 'buldum: yahoo!!!'

Y'yi kullanmazssan dogru dedim, ne diyeyim! :D


Cansu ve Ahu Maceralari Bolum 1, Kisim 1 :) 13-02-2007, 04:29

Burda sayimiz az oldugu icin olsa gerek, biz Turkler-ozellikle akran olanlarimiz- birbirimizi hemen buluyoruz ve yalnizliktan dolayi birbirimize guzel bir sekilde kenetleniyoruz.

Cansu da buraya benden yaklasik alti ay once au pair programiyla dil ogrenmeye gelmis olan bir ogretmen. Onun da benden beter maceralari hic bitmiyor, hele ki ikimiz berabersek, izleyin komediyi!

Benim final haftamdi. Cansu'nun yaninda kaldigi aile sehir disina gidecekti ve yalniz kalmak istemediginden benden onunla kalmami rica etti. Elbette kabul ettim ancak sorun, yasadigi evin sehrin biraz disinda olmasindaydi. Sabah beni okula birakma, aksam da okuldan geri alma sozuyle(o tarafa toplu tasima da yok) onunla kalmaya basladim.

Bir gun beni okuldan aldi, beraber once biraz disarida oyalandik, aksam 10:00-10:30 gibi evin yolunu tuttuk. Eve yaklastiktan sonra benzin almamiz gerektiginden benzin istasyonunda durduk.

Bu arada hemen bir aciklama yapayim; burda benzin almak self-servis. Benzin deposunun yanina arabayi yaklastirdiktan sonra, arabadan inmek, kredi kartini makineye okutmak, benzin deposunun kapagini acmak, hortumu almak ve istedigin kadar doldurmak zorundasin. Eger bir problem olursa ic tarafta bir calisan var ama dedigim gibi gerekmedikce usul boyle. Simdi bu sisteme aliskin olan Amerikalilar icin sorun yok, ama bizim gibi daha once arabanin anahtarini aralik pencereden vermek harici bir sey yapmamis olanlar icin alismak biraz zaman aliyor.

Neyse olaya geri doneyim; benzin istasyonunda saat biraz gec oldugu icin, e biz de Turk mantigimizi yanimizda getirdigimiz icin, arabadan beraber indik. Cansu kartini okuttu, benzini doldurmaya basladi ama henuz 2 dolarlik dolmustu ki, hortumdan benzin akmaz oldu ve kredi karti makinesi de kesimini yapti! Elimizde $2'lik fis vardi! (hala da sakliyoruz )Ne oldu, niye boyle oldu derken, tekrar denedik, bu defa karti kabul etmedi (sonradan ogrendik ki, guvenlik amaciyla ayni karttan iki defa benzin alamiyormussun) ve 'calisani gorun' uyarisi vermeye basladi. Cansu, 'amaan simdi ugrasamayacagim, yarin sabah aliriz' diyerek zaten disarda usumekte olan ve bir an once eve gitmek icin sabirsizlammis dunden razi beni ikna etti(!) ve evin yolunu tuttuk.

Sabah benim saat 09.00'da hastanede randevum vardi ve Cansu'nun evinden hastane yolunu bilmedigimiz icin de (bu arada yine kisa bir not, burda bir yerden baska bir yere gitmek icin otobani kullanmak zorundasin) telasliydik. Ne taraftan gidilir, hangi cikistan cikmak gerekir diye konusa konusa(bu arada yol bilgisayari da var ama Cansucum onu kullanmayi henuz bilmiyordu, benimse kurcalayip cozmeye vaktim hic olmamisti!) yola koyulduk. Bir gun onceki iki dolarlik benzin olayi ikimizin de aklindan cikip gitmisti!

Neyse yolda giderken ben bir yerde 'Hospital(hastane)' cikisi gordum ve heyecanlanarak 'iste, ho-ho-ho-hospital yaziyooor' diye bagirdim. Cansu coktan o cikisa sapmisti bile. Sanki tek hastane benim gidecegim hastaneymis gibi ikimiz de yolu buldugumuzdan emin siritiyorduk. (Ama suc bizim degil, insan yazar hangi hastane oldugunu di mi!)

Neyse, ciktiktan sonra bambaska bir hastaneyle karsilastik ve yanildigimizi anlayip tekrar otoban girisi bulmaya koyulduk. Otoban girisini bulduk, yaklastik, yaklastik.... ve durduk! BENZIN BITMISTI!!! Iste o an hatirladik bir onceki gece yasadigimizi! Birbirimize korkan gozlerle baktik-otobanin girisindeydik sabah trafigi vardi, nerde oldugumuzu bile bilmiyorduk ki ne yapacagimizi bilelim!

Hemen buraya 2 yil once gelmis bir baska arkadasimizi aradik, ama sabahin erken saati olunca, onunla konusmamiz da oldukca verimsiz gecti! Ne yapsak, ne etsek diye dusunurken hemen benim aklima cocukluk dizim 'Kurtarma 911' geldi! Ne kadar severdim, hic kacirmadan izlerdim ama bir gun kullanacagim hiiic aklima gelmezdi isin dogrusu!!!

...........

Cansu ve Ahu Maceralari Bolum 1, Kisim 2 :) 19-02-2007, 04:24

Eveet, dun kaldigim yerden devam edebilirim.

-"911'i arayalim!", dedim Cansu'ya. Cansu ilk basta soru dolu gozlerle bakip "ama.." diye cumlesine basladi ki, hemen "baska yapabilecegimiz bir sey var mi!' diyerek onu susturdum. Cok heyecanlanmistim, 911'i arayacaktim! Cocuklugumun dizisinin icine giriyordum, yasasindi!!! :P

Telefonu elime aldim ve numarayi cevirdim. Hemen bir bayan cevap verdi. Ben konusma hazirlamamistim ama yanlis yeri aramis olma ihtimaline karsilik suclu psikolojisine girip hemen aciklama yaptim:
-Merhaba, sey, biz yabanci 2 ogrenciyiz, buraya yeni geldik(yalan:-) ), nereyi arayacagimizi bilmedigimiz icin sizi ariyorum!
-???
-Sey, biz yolda kaldik! Benzinimiz bitti, otobanin girisinde yolun ortasinda takilip kaldik!
-Ok, ben bilgilerinizi alayim. Otobanin hangi girisindesiniz?

NININI NIIIIII!!! Ne de guzel bir soru! Yolu bilsek, nerde oldugumuzu bilsek, zaten aslinda orda olmayacaktik! (Hatirlarsaniz hastane ararken kaybolmus, baska bir hastanenin yoluna cikmistik) Hem, hem ne bicim 911'di bu!!! Kendileri tespit etsinlerdi ya! O dizide magdur 911'i arayip 'help' der bayilirdi, sonra 5 dakika icinde ekipler kadinin bulundugu yeri saptayip yardima kosardi! Yoksa.. Yoksa hersey bir diziden mi ibaretti???

Ben tam 'bilmi..' derken, cok sukur bir araba durdu yanimizda, arabanin surucusu arabadan indi ve 'ne oluyor araba mi bozuldu?' diyerek yanimiza yaklasti. Ben tabii hemen durumu kurtararak telefona 'bi saniye' dedim, cami acip adama, 'burasi hangi giriiis? cabuk, bildirmem gerek!' diye bagirdim. Adam girisi soyledi, ben de aynen telefona aktardim. Sonra kadin ikinci guzel soruyu sordu:
-Arabanin plakasi nedir?
-Honk! Cansuuu...
-Ok, sadece arabanin rengi ve markasini soyleyin.
-Gri, Cansuuuu markasi ne bu arabanin?!

Neyse zor zanaat anlattiktan sonra, kadin 'Ekip birazdan orda olur' diyerek telefonu kapatti.

Biz tabii arabanin icinde, gulmekten gozlerimizde olusan yaslari silip, kendi kendimizle dalga gecmekle mesguluz...

Cok gecmeden bir polis arabasi yaklasti ve durdu. Kadinin 'ekip' sozcugunden ne anlamamiz, ne beklememiz gerektigini bilmiyorduk ama bu kadar cabuk hicbir ekibi beklemiyorduk. :-)) Yoldan gecen bir polisin bizim yolun ortasinda alakasiz durdugumuzu gorup, kurallari ihlal ettigimizi dusunerek durdugunu sandik once ve ben yine hemen suclu psikolojisiyle aciklamaya koyuldum:
-Benzinimiz bitti de, araba hareket etmiyor!
-Benzin bittiyse tabii hareket etmez.

Seklinde kadin beni bir guzel bozdu. Sonra 'ustunuzde para var mi?' diye sordu, olumlu cevabimizdan sonra, 'biriniz benle gelin, benzin istasyonuna gidip geri gelelim' dedi. Cansu onunla gitti, ben tek basima arabada gulmeye devam ettim.

Neyse, telefon etmemizle ekip(!)in gelmesi arasindaki sureden daha uzun bir sure sonra Cansu ile polis memuremiz kanka olmus sekilde geldiler. Kadin da bizim kriz modumuza burunmus, soru soruyor, gulerek aldigi cevaba o da guluyordu.

Neyse bir kucuk bidon benzini doke saca depoya doldurduktan sonra , kadin 'simdi sizi o benzin istasyonuna tekrar goturecegim, beni takip edin, cunku bu benzin size yetmez, yine yolda kalirsiniz' dedi. Oysa biz 2 dolarlik benzinle taa nerden gelmistik ama tamam deyip arabalara bindik. Polis onumuzde milleti durdurarak O donusu yapti. Hala gulmekte olan cansu da yapti ayni donusten. Ama otobanin kenarlik kaldirimina cikarak!!! Hem de polisin gozu onunde! Neyse ki, polis hala guluyordu, biz de gulerek onu takip etmeye devam ettik.

Yolda benim aklima randevuma ne kadar gec kaldigim geldi! Oysa daha yolu bile bilmiyorduk. Hemen bir ampul daha yandi bende: 'bu kankaya soyleyecegim bizi hastaneye de gotursun' :=)))

Benzinciye girdikten sonra biz yine indik, bir gun onceki gunu de hatirlayarak daha dikatli benzin koymaya basladik, bu arada polis de ic tarafa, calisanin yanina girmisti. Neyse benzini aldiktan sonra Cansu bir sey daha almak icin iceriye girdi. Bana sonradan anlattigina gore bizim polis icerdeki calisana bizi cekistiriyor ve karsilikli guluyorlarmis, Cansu iceri girince ikisi de bir anda yuzlerinde bir gulumsemeyle susmuslar.

Neyse, Cansu'nun arkasindan ben de girdim, benim hastane olayini ve yolu bilmedigimizi gayet yuzsuzce soyledim. Nasilsa artik rezil olmustuk, daha fazlasindan zarar gelmezdi. :-)) Kadin bu defa bizi goturmedi ama ayrintili bir sekilde bir kagida hangi giris ve cikislari kullanacagimizi yazdi(yazarak veriyor yalniz-dikkat!) ve biz de hastaneyi bularak o gunku maceramizi komik bir ani haline getirdik...

Domuz Yılı 27-02-2007, 03:56

-Domuz Yeni Yilin kutlu olsun!
-Sensin domuz!
-... :S:S



18 Subat Pazar gunu, Cin Kameri Takvimine gore yeni bir yilin ilk gunuydu. Cok afedersiniz ama 4705 DOMUZ YILI(Boar Year)na girdik ve bu benim sucum degil! Yeni yilini kutladigim her Turk bana neden boyle bir yanit verdi ya da bu imada bulundu anlayamadim!

Once Cin Takvimi ile ilgili biraz bilgi vereyim. Internetten yaptigim arastirmaya gore efsanesi soyleymis:

Alıntı:



Dünyadan ayrılan Budha cennette yapacak birşey bulamayıp sıkılmış. Her istediğini yerine getiren hizmetkarlarından kendisine dünyadaki hayvanlardan 12 tanesini getirmelerini istemiş. Hizmetkarlar hayvanlara Budha 'nın davetini iletmeye başlamış. İlk görevli Fare'ye yanına Kedi'yi de alıp gelmesini söylemiş. Ama kıskanç olan Fare Kedi'ye bu daveti iletmemiş. Daha sonra hizmetkarlar sırasıyla İnek'e, Kaplan'a, Tavşan'a, Ejder'e, Yılan'a, At'a, Koyun'a, Maymun'a, Tavuk'a ve Köpek'e Budha'nın davetini bildirmişler ve bir sonraki gün sarayda hazır olmalarını söylemişler.

Ertesi gün hayvanlar Budha'nın önüne geldiklerinde, 12 hayvan davet edildiği halde, farenin daveti kediye haber vermemesi sebebiyle 11 hayvanın geldiği görülmüş. Budha hizmetkarlarından birini dünyaya 12. hayvanı getirmesi için yollamış. Hizmetkar dünyaya geldiğinde kucağında domuzuyla yürüyen bir adam görmüş ve Domuz'u kaparak Budha'nın huzuruna getirmiş. Budha davetine karşılık veren ve karşısında dizilen hayvanların her birine armağan olarak zamanın bir dönemini yönetme hakkını vermiş. Diğerlerinden küçük olan Fare, İnek'in sırtına tırmanmış ve flüt çalmaya başlamış. Bu gösteriden çok hoşlanan Budha Fare'ye ilk sırayı vermiş. İnek de Fare'ye verdiği destek sonucunda ikinci sırayı almış. Üçüncülük en cesurları olarak gözüken Kaplan'ın olmuş. Tavşan dördüncü, Ejder beşinci, Yılan altıncı, At yedinci, Koyun sekizinci, Maymun dokuzuncu, Tavuk onuncu, Köpek onbirinci ve sonuncu gelen Domuz'da onikinci sıraları almışlar.

Her hayvan kendi özellik ve karakterini, aynı burçlarda olduğu gibi, o dönemde doğanlara verme hakkına sahip olmuş. Davetten haberi olmayan ve törene sonradan katılan Kedi de, Budha 'ya kendisine bir dönem verilmesi için yalvarmış. Ancak Budha ona artık çok geç olduğu cevabını vermiş. http://www.hurriyet.com.tr/agora/art...p?sid=1&aid=32



Oncelikle kediye yapilan bu haksizligi kiniyorum. Budha budha olsaydi da, haber vermeyen farenin yilini kediye verseydi efendim! Haksizlik resmen. Belki de kaderimizi degistirdiler bu haksizlikla.

Neyse, gordugunuz gibi 12 adet hayvandan olusan bir takvim. Ben kendi dogdugum gun ve yila gore hangi burc(yani hangi hayvan yili dogumlu) oldugumu ogrendim. Horoz Burcuymusum ben. Bu efsanede tavuk diyor ama bilmem, benim burcuma baktigim yerde horoz yaziyordu. Sanirim bu efsane hayvanlarin disi olanlarini secmis, cunku benim baktigim yerde 'inek' de 'okuz' olarak geciyordu. Neyse efendim isimlere takmayalim.
Isin ilginc yani gercekten de yazilan ozellikleri tasiyorum. Bu arada bir de haturlatma yapayim, bu yil dogacak cocuklar domuz burcu olacak-ama uzulmeyin, onu da okudum, ozellikleri guzel.
Buyrun efendim, siz de bakmak istersiniz kendinizinkine belki diye, adresi de vereyim: http://ekolay.net/astroloji/astroloji/cin_astrolojisi/

Bunlar da Cin Yeniyili ile ilgili bazi inanislar:

Iyi Sans Getirenler
- Kapi ve pencereleri acip kapatmak, yeni yilin 'iyi sans'ini iceri gecirir.
- Yilin 'tatli' olmasini garantilemek icin bol bol seker yenir.
- O gun butun gece isiklar acik birakilir ki, yeni yilin sans ve zenginligini alacak hayalet ve ruhlar(ghosts and spirits demisler ne farki var bilmiyorum!) korkup kacsin.

Kotu Sans Getirenler

- O gun yeni ayakkabi almak kotu sans getirir, cunku ayakkabinin Cince'de es anlamlisi 'zorluk'.
- Yeni pantolon alinmaz, cunku yine pantolonun es anlamlisi 'aci'.
- Sac kesilmez, cunku sacin es anlamlisi 'refah, zenginlik'.
- Yeni kitap almak da kotu sans getirir cunku kitabin es anlamlisi 'kaybetmek'.
- Yerleri supurmek ve banyo yapmak yeni yilin sansini ve zenginligini de supurup yok etmek-ya da yikayip goturmek demektir.
-Yeni yilin ilk gunlerinde 'olumden' konusulmaz.



Ayrica 'kirmizi' rengin de buyuk onemi var. Yeni yilda ve sonrasindaki bir kac gun hep kirmizi giyiyorlar, buyukler kucuklere(ve ozellikle evliler bekarlara) kirmizi paketlerde hediyeler veriyorlar, kirmizi zarflarda cocuklara para veriyorlar vs. Hatta bu bilgileri okudugum brosuru bile kirmizi kagida basmislar.

16 Subat Cuma gunu okulda kutlamasini yaptik. (Bu arada benim bulundugum yerde inanilmaz Cin nufus var-keza okulda da oyle) Tema tamamiyla Cin adetleriydi. Genis bir yiyecek-icecek ziyafeti(!) de vardi. Normalde gecmis deneyimlerimden ogrendiklerimle (birince cilek recelli et, bir digerinde portakal sosuna bulanmis tavuk gibi) bilmedigim, dis goruntusunden anlayamadigim Cin yemeklerine asla para vermem, ama bu kutlama sayesinde tatma firsati(!) elde ettim. Herbirseyden tabagima birer lokmalik koydum ve o lokmanin ucte biriyle tattim. Geri hepsini de cope attim! Yemek alirken tabagima, bir borcamda salatalik, havuc ve sogan olarak tahmin ettigim salata gordum. 'Ah, iste bunu taniyorum, heey, coban salatasimsiii!', seklinde cocukcu bir sevinc yasayarak tabagima en cok ondan koydum. Oyle ya, tanidigim eski dostumdu! Ama ben gormeyeli o da cok degismis yarabbim! Salataliktan agzima bir attim ki, sekerli bir tat!!! Benim yag ve eksi sandigim sos meger sekerli bir sosmus! Iyy yiyy Iyy... Oldugu gibi o da cope gitti...

Bir de o gun cesitli dans gosterileri yaptilar. Meshur 'Aslan Dansi' da shovun bir parcasiydi. Aslan disinda her seye benzeyen, icine girip dans ettirdikleri o korkunc yaratigi gormussunuzdur belki daha once. Cinli cocuklar nasil korkmuyor anlamiyorum, ben bu halimle nerdeyse ruyamda da gorecektim.

Neyse, Cin Yeniyili gozlemlerim simdilik bu kadar. Hepinize tekrar IYI DOMUZ YILI DILIYORUM! :)

Dersimiz Cografya 06-03-2007, 22:09
Buraya gelmeden once Amerikalilarin cografya bigilerinin iyi olmadigini cok duymustum, ama simdi anlatacaklarimi gercekten hic beklemiyordum.

Daha once 'tamam, Turkiye'densin anladim da, Turkiye'nin yerini tam olarak cikartamiyorum: Afrika'da da guney tarafinda miydi, kuzey tarafinda miydi?' gibi sorularla karsilastim ama bugun yasadigim gercekten tarihe dusmeli!

Yine servis soforuyle sohbet ediyoruz okula gelirken. Haftaya on gunluk bahar tatiline giriyoruz ve bu aralar burda herkesin gundem konusu ve paso geyigi bu tatil icin yapilan planlar.

Bizimki derslerden konuyu actiktan sonra, 'neyse bahar tatili geliyor, dinlenirsin, planin var mi?' diye klasik soruyu sordu. Ben de 'evet, Philidelphia(PA)'ya gidiyorum' dedim. 'Ooo, harika, orda mi dinleneceksin, nerde kalacaksin' tarzi konusmayi devam ettirdi. 'Turkiye'den arkadaslarim var orda, onlarin yanina gidiyorum, dinlenebilecegimi sanmiyorum, gezmeyi planliyoruz' dedim. "Ay, ne kadar guzel, Turkiye'den arkadaslarinla PA'yi gezeceksin tum tatil boyunca, ha!' Evet, dedim, New York'a da gitmeyi dusunuyoruz, cok yakinmis.
(Simdi sIkI durun)

-Aaaa, oyle miiii!
-Evet, en fazla bir bucuk saat falan suruyormus arasi.
-Aaaaaaa, ben bunu bilmiyordum. Cok ilgiiinnncc. Demek TURKIYE ILE NEW YORK ARASI BIR BUCUK SAAT UZAKLIKTAYMIS HAA!
- Hayiir, PA ile arasi 1 bucuk saat uzaklikta.
-Hiii, PA ile TURKIYE bir bucuk saat uzaklikta, aaaa, ilgiiinc...
- Olur mu, Turkiye baska kitada! NY ile PA arasi bir bucuk saat!!!


Hicbir abarti yoktur. Bu olay, 6 Mart 2007 gunu saat 11.00 civarlarinda 'gercekten' yasanmistir. Ve sozu gecen sahis da saka falan yapmamistir, konusma gayet ciddi bir sekilde gerceklesmistir. *yorumsuz*

Amerika'da Polis, Savcilik, Hakim-1 04-04-2007, 01:39

Merhabalar,

Uzun suredir ara verdim biliyorum, aslinda su anda da yazacak durumda degilim ama olay sicakligini yitirmeden ve ayrintilar unutulmadan yazmaliyim.

Su Amerika'ya geldim geleli, basimiza (benim ya da benim gibi bursiyer arkadaslarimin) gelmeyen kalmadi. Hastane, hirsizlik, yangin, soygun, gaz kacagi, kacan ucaklar, guvenlik gorevlileriyle sorunlar, ne isterseniz her birimizden ya da hepimizden bir ani cikiyor. Su bir yilda yasadiklarimi herhalde onceki 24 yilda yasamamisimdir. Yaslandim valla ya!

Bahar Tatilinde(burda her donemein icinde de bu sekilde tatiller var) Philadelphia'ya gittigimden onceki mesajimda bahsetmistim. New Jersey'de oturan yine bir Fulbright'li arkadasim Gulin(Water olayindaki G ) ile birlikte, Phila'da(yazmasi cok uzun o sehri o yuzden bundan sonra PA-Pensilvania State-in merkez sehri olmasi nedeniyle PA yazacagim) Hitler'in akrabalarindan birinin pansiyonumsu evinde oturan arkadasim Ismail'in yanina gittik. (Ev sahibi gercekten de Hitlerci yasli bir Alman kadin, savasta 8 yakini olmus, kendisi de hala o tarz dusunce yapisinda, neyse bu ayri bir konu baska zaman anlatirim.)

Gittigiminde rahat gezelim diye sevgili arkadaslarim coktan araba kiralamislardi. Nerden bilecektik ki o araba basimiza dert acacak!

Varisimin ertesi gunu New York'u gezmek amaciyla sabah erkenden yola ciktik. Butun gun suren NY kesfinde o kadar cok gulduk ki, basimiza birsey gelmezse zaten olmayacakti.

Gece 10 gibi tekrar PA'ya donmek icin yola ciktik. Once otobanin cikisini karistirip Newark adli, insanlarin birbirini kesip bictigi suc kentine girdik ve dahasi tenha yollarda kaybolduk. Bir sure oyalandiktan sonra dogru yola ciktik ve yine gitmeye basladik. Gulin'le ben yorgunluktan ve Newark stresinden sonraki rahatlamadan dolayi uyuklamaya baslamistik, taa ki arkamizdan polisin bizi takip ettigini farkedip, arabanin taa icine kadar giren isiklarinin bizi ayiktirmasina kadar!

Biz ne oldugunu ilk basta anlamamistik. Ibo henuz bir araba sollamis olmasindan dolayi en son seritteydi ve polisi gorunce orta serite dogru sinyalini yakti. Orta serit bosalinca orta serite gecerek yol verdi ama o da neydi, polis de bizimle birlikte orta seride gecmisti! Dahasi artik sirenlerini de calistirmisti! Biz aaa, neden noluyo diyene kadar Ibo zaten sag seride gecip duracak uygun bir yere dogru yanasmaya baslamisti bile. O sirada polisin sesini duyduk: "TO THE SHOULDER!!!"
Ucumuz de bursla gelmistik ama icimizden hicbiri shoulder'in ayni zamanda banket anlamina geldigi bilmiyordu. Shoulder ne ya surayi kastediyor herhalde diyerek Iso bir alisveris merkezinin girisine benzeyen bir yerde durdu. Durur durmaz polisin sesini tekrar, daha guclu bir sekilde duyduk: TO THE SHOULDER!!! Hepimiz ciddi ciddi telaslanmis, korkmaya baslamistik. Iso biraz daha ileriye almaya basladi arabayi. Polis tekrar bagirdi: ENOUGH!!!(Yeter!)

Sucumuzun ne oldugunu bilmiyorduk bile ama polis bizi simdiden azarlamaya baslamisti. Ucumuz de korkudan birbirimize bakiyor ve polisi bekliyorduk. O sirada ben iso'ya: Sakin arabadan inme, ellerin direksiyonda bekle, bak sakin inme ha, tamam mi? vs seklinde uyarilarda bulunuyordum. Cunku burda polisler acayip paronoyak, arabadan inmeni tehdit olarak algiliyorlar. Eller direksiyonda(ellerinde silah olmadini gorecekler) o senin camina gelene kadar kipirdamadan beklemek zorundasin.

Neyse biz de bekliyor, bekliyorduk. Polis gelmek bilmiyordu. Arkamiza parketmis, arabadan bile inmeden bizi bekletiyordu(sanirim plakayi falan kontrol ediyordu, araba da kiralikti ya, hemen ulasamamis olabilir diye yorumladik sonradan). Biz bir yandan da Iso'u sIkIstiriyorduk: bir hata yaptin mi, neden durdurmus olabilir vs seklinde ama Iso kendinden emindi.

Neyse uzun bekleyisten sonra polis beyimiz arabanin yanina geldi, soforun yanindaki koltugun penceresinde durdu. Belgeleri istedi. Iso zaten belgeleri hazirlamis, elinde tutup bekliyordu. Hemen uzatti. Bu arada 'araba kiralik bayim'-hehe evet filmlerdeki gibi 'sir'lu konustu, kibar cocuk su Iso- deyince, polis kiralama sozlesmesini de gormek istedigini soyledi. 'Bayim, sozlesme arka koltukta ceketimin cebinde, uzanip alabilir miyim?' diye izin aldi. (Iso ellerin direksiyonda bekle, Iso bunlar paranoyak vurabilirlermis diye diye iyi korkutmusum ) Adam yine aksi bir yuzle 'al' dedi ve ehliyeti falan incelemeye devam etti. Neyse, sozlesmeyi de aldiktan sonra arabasina geri gitti. Uzun bekleme sureci yine baslamisti.

Biz hala neden durduruldugumuzu bilmiyorduk. Belliydi ki polis Iso'nun gelmisini gecmisini arastiriyordu o sirada. Bu arada Ismail'in doktora ogrencisi olmasi sebebiyle bir yildan az sureyle geldigini, bir yildan az sureyle gelenlerin ehliyet alma hakki olmadigini ancak kendi ulkelerinin ehliyetlerini kullanabileceklerini, bu tur konularda benden titiz olan Ismail'in yine kendi eyaletinde gidip bunu dogrulattigini hatta bunu anlatan belge almis oldugunu ve de kendi ehliyetiyle defalarca araba kiralamis oldugunu not bilgi olarak geceyim.

Neyse yine uzun bir bekleyis sonrasi polis geri geldi. 'Bu ehliyet gecersiz" dedi. "O benim kendi ehliyetim, tercumesi var efendim' dedi Iso.
-Kendi ulken ehliyetini ABD'de 6 ay kullanabilirsin. Sen ne zamandir burdasin?
-21 Agustostan beri bayim. Ama ben basvur...
-Iste 6 ayi gecmis, senin burdan ehliet cikartman gerekiyordu, bunu kullanamazsin!
-Efendim, ben Fulbrightla bir akademik yilligina arastirma icin gelen doktora ogrencisiyim, kalisim bir yildan az ol...
-Ben anlamam, NJ kurallarina gore ne olursan ol, buranin ehliyetini almak zorundasin!
-Ben PA'da basvurdum ama kalisim bir yildan az oldugu icin basvurum reddedildi efendim, hatta...
-Burasi New Jersey!(bu arada NJ, NY ile PA arasinda bir eyalet) Buranin kurallarina gore GECERSIZ DIYORUM! Ama henuz yeni bittiginden sana bu nedenle ceza YAZMAYACAGIM(bu arada 60 gun de uzatma ya da yeni ehliyete basvurma suresi var, yani 'yazmayacagim' degil aslinda, 'yazAmayacagim'.)
Ama sana 2 seyden dolayi ceza yazacagim: 1-Kurallara gore 50 olan hiz sinirini 70 ile giderek astin, 2) Ben dur diye arkana gecince hemen saga gecmedin! Eger sagda gitmezsen OLDURULEBILIRSIN.
-Bayim, ben sizin ilk basta yol istediginizi....
-Ben sana soyluyorum bla bla blaaaa...SIZE EMPATI DUYMUYORUM! Ehliyetin de gecmis zaten, ondan ceza yazmadigima sukret! Hiz ve dur dedigimde durmadigin icin yaklasik 400 dolarlik ceza yaziyorum!
-Peki... Ne kadar dediniz 400dolar mi?
-Ben sana yaklasik miktari soyluyorum, internette cezan yayinlanir, ordan bakar ogrenirsin!
-Peki, tamam.

Gordugunuz gibi 'tehdit' aldik(oldurulebilirsin!) ustune acik acik 'empati duymadigini' hem de durduk yere belirtti! Hiz olayinda sollarkenki hizi baz alindi(ki Ismail gercekten cok dikkatli ve kuralci biridir) ustune ustuk durduk yere 'dur dedigimde durmadin' gibi bir cezaya da maruz birakildik!

Ondan ayrildik, tekrar yola koyulduk. Ama hepimizin cani inanilmaz sIkIlmisti. Butun gunun guzelligi, boyle irkci bir polis yuzunden kaybolup gitmisti. 400 dolarin soku da cabasiydi!

Eve gittik, evde de gecenin o saati olmasina ragmen bir hareketlilik vardi. Sonradan polisler falan da geldi. Ogrendik ki, baska odada kalan bir kizin odasi soyulmus, bir suru degerli esyasi gitmis. (Bu arada bu kadinin evi yaklasik 10 odali 3 katli bir villa, her bir odasini bir kisiye kiralamis. Ayrica bu evde kendisi ile bereber hapisten yeni cikmis oglu ve uyusturucu bagimlisi, uyusturucuya para bulmak icin evdeki ortak odanin TV'sini herkesten habersiz satan torunu da yasiyor. Bir kac gun once eve kaloriferciler geldigi icin adamda her odanin anahtari var ve her odayi bizzat gorme serefine erismis. Artik geri kalan hayali siz kurun.)

Neyse, can sIkintisi ustune can sIkIntisi yasayarak o gunu bitirdik.

Ertesi hafta Ismail'e mahkeme celbi geliyor. Hiz yaptigindan dolayi hakim onunde yargilanmasi gerekiyormus. Guzelce, ayirimcilik iddiasini tasiyan ve herseyi anlatan bir savunma hazirladik.

Bugun durusmasi vardi. Mahkemede yasadiklarinin yaninda bu yazdiklarim sasirtici da degil, ilginc de degil. Duyduklariniza inanamayacaksiniz.



Gerisini de siteden okuyun isterseniz. :) Böyle bile çok uzun oldu. :) Linkimiz: http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=11477

Sevgilerimle...

26 Ağustos, 2009

True Blood



Son dönemlerde, Alacakaranlık (Twilight) serisinin de etkisiyle vampirlere (ama insan kanı içmeyi reddeden "vejeteryan vampirlere") kafayı fena halde takmış durumdayım. Bu merakım, Güneyli Vampirler Serisi romanlarından uyarlanan TRUE BLOOD dizisini izlemeye başlamamla tam anlamıyla zirve yaptı diyebilirim. Bu yeni "trendy" vampir hikayelerine göre vampirler şimdiye kadar hep anlatıldığı gibi kötü yaratıklar değiller. Geleneksel hikayelerdeki duru güzelliğin ve ölümsüzlüğün yanı sıra bu yeni hikayeler vampirleri insana biraz daha sempatik kılıyorlar. ETİK değerleri nedeniyle insan kanı içmeyi reddeden bu yeni vampirler, büyük bir irade başarısı göstererek kendilerini yalnızca hayatta tutabilmek için alternatif yollarla besleniyorlar. Alacakaranlık serisinde bu alternatif besin hayvan kanı iken, True Blood'da Japonlar devreye giriyorlar ve bira şişelerinde piyasaya sürülen kendi ürettikleri SENTETİK KAN ile vampirlerin etik beslenmesine katkı sağlıyorlar. Hatta yandaki reklamda da görebileceğiniz gibi, gerçek kanın "enayi" ve "emici" anlamlarını taşıyan "sucker"lar için olduğu vurgulanmak suretiyle bu iyi vampirlerin farkları bir kez daha ortaya konulmuş oluyor.

Vampirlerin insanlar arasında kendilerini ifşa etmeye başlaması ve "Vampir Hakları Bilgirgesi" ile toplumdan bazı haklar istemeleri, ancak muhafazakarların bunu şiddetle reddediyor olması yine hayal gücü dahilinde senaryolar. Ancak True Blood'da hayal gücümün limitini zorlayan bir ayrıntı var: İnsanlar vampir kanı içmeye başlıyorlar!!! Yaraları iyileştiren, hisleri kuvvetlendiren, "insana tavan yaptıran" bu kanın içilmesi vampirler için tehlike arz ettiğinden, elbette bu kanın satılması "yasal" değil. Uçuk fiyatlarla kara borsadan bulunabilecek ya da "kötü adamlardan" :) alınabilecek bu kanın faydalarından henüz herkesin haberi yok. :) Aksi halde "gümüş" ile kolayca etkisiz hale getirilen bu vampir ırkının başı bir hayli derde girerdi.. :) Ey hayal gücü, sen nelere kadirsin!!!

Son olarak, bu dizinin jenerik müziğinin de muhteşem olduğunu ve ayrıca başrol vampir Bill Compton'u canlandıran Stephen Moyer'in Alacakaranlık Serisi'nin Edward Cullen'ını canlandıran Robert Pattinson'a nazaran daha bir "vampir" tanımına uyduğunu eklemeden geçemeyeceğim... (İç çekiş) :)

Sevgilerimle efemmmm....

24 Ağustos, 2009

Hayal Ürünü Olması Olası Pizza



Pizza neredeyse herkesin favori yiyeceklerinden biridir eminim. Peki ya çikolata-muz-çilek-fındık kombinasyonuna kaç kişi kayıtsız kalabilir? Şimdi son olarak bu iki favoriyi bir arada, tek bir yiyecekmiş gibi düşünün... Hayal gibi değil mi? :)

The House Cafe bu hayali Ramazan için gerçek kılmış. Çikolatalı pizza hamurunun üstüne çilek, muz, fındık, nutella, peynir ve hindistan cevizinin eklenmesiyle elde edilen bu muhteşem yiyecek, yerken insana "bu kadar kaloriye değer" hissi veriyor. :) 10,50 TL'ye iki kişi beraber yenilebilecek bu olağanüstü lezzet harikası ne yazık ki şimdilik sadece Ramazan ayı boyunca iftar saati civarlarında servis ediliyor.

Kaçırmayın derim... ;)

07 Temmuz, 2009

Micheal Jackson, Hayatı, Cenazesi ve Çarşı


25 Haziran'da bir devri bitirircesine hayata gözlerini yuman Pop İlahı Micheal Jackson(MJ)'un cenazesi bildiğiniz gibi bugün yapılacak. Bir çok kanal canlı yayında bu "son"u dünyaya iletirken, orda birebir izlemek isteyen hayranlar için de bilet satışları yapılıyor. En son NTV'nin haberinde okuduğuma göre, karaborsada bu biletler 100.000 Amerikan Doları'na (evet, yazıyla YÜZBİN amerikın dalırs'a) kadar ulaşmış durumda. Elbette hayranları MJ'nin dirilip son bir kez şarkı söylemesi umuduyla almıyorlar bu biletleri... Şahsen ben bu son manevi görevi yerine getirebilmek için bu kadar para ödemektense, bu parayla MJ'nin anısına bir vakıf vb bir şey kurmayı ya da halihazırda bu amaçla kurulmuş olan vakıflardan birine bağışta bulunmayı tercih ederdim. Ya da bu kadar para sahibi olunca ben de kafayı yer, bu tür şeyleri akıl etmez ve böyle sırf ilerde "torunlarıma anlatayım" diye bu manevi görevi para karşılığı yerine getirirdim belki, kimbilir... :)

Bununla birlikte, yıllardır çeşitli skandallarla gündeme gelen, "ırkçı zihniyet yüzünden beyazlığa özenip beyaz olmaya çalıştı" şeklinde yüzündeki renk değişimi açıklanan MJ'nin gerçek hikayesi, ne yalan söyleyeyim benim içimi burktu. Bunca yıldır hiçbir sağlık problemi ile gündeme gelmeyen, psikolojisi, yalnızlığı ve borçları sorgulanmayan ancak yalnızca aleyhinde çıkan haberlerle karalanan MJ'a, tek yanlı gösterdiğim önyargıdan dolayı özürlerimi sunmak isterdim gerçekten...

Son olarak, Beşiktaş Çarşı grubunun MJ ile ilgili ilanını duymuşsunuzdur muhtemelen: "Hayatının yarısını siyah, yarısını beyaz geçiren büyük beşiktaşlı MJ ruhun şad olsun" :) Bu gruba bayılıyorum ben kelimenin tam anlamıyla!!! Keşke Galatasaray'ın taraftar klübü olsalarmış- bu zeka,bu yaratıcılık tuttuğum takım harici bir yerde ya, çok üzülüyorum! Yine bilmeyenler için, Fenerbahçe'ye antipatisi olan ve karşısına alan (eh ne de olsa biz kardeş takımlarıyız) bu grup, bir süre önce ibneyiz.biz alan adını satın almış ve bu alan adının içeriğini de FB'ye yönelik hazırlamış. :) Gerçekten çok yaratıcı, zeka ürünü bir hareket daha. Alan adı sonrasında başkalarına transfer edilmiş ve içerik de değişmiş ama bunu ilk akıl edenin onlar olması benim için yeterli.. :)

Ya, bir Galatasaraylı olsam da, kardeş takım taraftarı olarak beni de aralarına alırlar mı acaba? :) :p

06 Temmuz, 2009

YAZIYOOOO, YAZIYOOOOO, AHU YAZIYOOOOoooOOO!

Eh, artık benim de bir blog oluşturma zamanım gelmişti de geçiyordu. MSN Spaces, Facebook, Twitter derken asıl ihtiyacım olanın kendime ait bir blog olduğunu en sonunda anlamış bulunuyorum. İçerikte siyasete çok yer vermemeyi planlıyorum, ama tabii kayıtsız kalınamayacak durumlar bu beyanımın dışındadır. :)

Facebook'taki takipçilerim, hadi ekleyin bakayım blogumu takip listenize! :P Yorumlarınızı burda da ihmal etmeyin lütfen.

Sevgiler ve merhabalar efemmm!